Birinci yaşını kutlayan Roman Kahramanları dergisi, yeni sayısında çarpıcı bir konuyu işliyor. Dergide yeni açılan “Roman Kahramanları Tartışıyor” bölümünün ilk sorusu şöyle: Sizce Türkiye'de kadın roman kahramanları cinselliklerini özgürce yaşayabiliyorlar mı?
Dergi soruyu ağırlıklı olarak kadın yazarlara yöneltmiş. Bu sayıda görüşlerine yer verilen isimler: Elif Şafak, Aslı Tohumcu, Feryal Tilmaç, Hande Öğüt, Mine Söğüt ve Tuna Kiremitçi...Soruya yanıt verenler, kadın roman kahramanlarının cinselliklerini yaşamakta, kadın yazarların da yazmakta özgür olmadığında hemfikir. Ortaya çıkan bu durum, toplumun yazarlar üzerindeki etkisini gözler önüne sermesi bakımından dikkat çekici...
İşte yazarların görüşleri:
ASLI TOHUMCU:
Türkiye'de kadın roman kahramanları da varmış demek! Bu soruyu sorabildiğinize göre… Ben başka tarafa bakarken geçip gitmiş olacaklar! Edebiyat hayatı yansıtıyorsa eğer, ki bence her durumda böyledir; kadınlar hayatın içinde nasıl kenara atılıyorlarsa, edebiyatta da başrolü kaptıkları çok ender. Hafızanız keskin değilse, yakın dönemde yazılmış ve üzerinde az çok konuşulmuş romanlara bir bakın, erkeklerin krallığında yaşadığımızı bir kez daha göreceksiniz. Tam da bu nedenle, edebiyatta doğru düzgün varlık gösteremeyen kadınların, roman kahramanları olarak herhangi bir şeyi özgürce yaşadıkları saptamasını yapmak zor. En azından benim için.
Türkiye’de edebiyatçıların kendilerini kurtarmaya çalışmaktan ve esnaflık yapmaktan vazgeçmelerinin zamanı geldi de geçiyor bu anlamda. Hiç olmazsa, “çağdaş” Türk edebiyatına mensup “çağdaş” kadın yazarlarımızın önce kadınları düşünerek yazmaları, kadınların sadece roman sayfalarındaki varlıklarını güçlendirmekle kalmayacak, kadınların hayatın içindeki kişiler olarak da her tür özgürlükleriyle gündeme gelmelerine yardımcı olacaktır bence.
ELİF ŞAFAK:
Türkiye'de bir kere her şeyden önce kadınlar cinselliğini özgürce yaşamıyor. Zaman zaman yazılı veya görsel basın sanki kadınlar çok özgürmüş gibi bir hava estirir ama ülkemizin gerçeği bu değil. Ataerkil bir toplumuz. Hâlâ kadınların üzerinde çok baskı var ve bu eşitsizliğin bir kısmını da ne yazık ki, yine kadınlar üretiyor, sürdürüyor. Kadın roman kahramanlarımız ise içinden çıktıkları toplumdan yalıtılmış değiller. Bizden bir adım önde ve daha özgür olmalarına rağmen, onlar da cinselliklerini tam olarak yaşayamıyor.
Yalnız bu konuda erkek yazarların daha rahat olduklarını düşünüyorum. Bir erkek yazarın cinsellik hakkında yazması her zaman daha kolay. Kadın yazarlar için bu daha zor. Dolayısıyla ortaya ilginç bir paradosk çıkıyor. Erkek yazarların yazdığı kadın roman karakterleri, kadın yazarların yazdığı kadın roman karakterlerinden daha özgür yaşıyor cinselliği ve kadınlıklarını.
FERYAL TİLMAÇ:
Kadının cinselliğini özgürce yaşayamadığı, erkek egemen kültürün parça parça oluşturup, zaman içinde taşlaştırdığı tabularla sıkıştırılmış bir toplumun bireyleriyiz. (Tanımlama sözün gelişi, ne denli bireyleşebildiğimiz de ola ki bir başka tartışmanın/soruşturmanın konusudur.) Edebiyatımızda bulacağımız kadın cinselliği de elbette genel görünümün bir yansıması olacaktır. Erkeğin yazageldiği kadın cinselliği iyi niyetle ele alınsa da ya eksik, yanlış, yanıltıcı, dışardan ya da hepten yoksayılmış, var olan özgürleşme potansiyelini de bastırmaya yönelik. Yazılan karakterlere bakarsak genelde tutkunun esiri olup felakete sürüklenmiş kadınlar görürüz, bedeninin sesine kulak verip rezil rüsva olan kadınlar, yuva yıkan kadınlar, "kötü" yola düşen "kötü kadınlar"; yenilerde de her daim cinsel isteğine aşk kılıfı geçirmek durumunda bırakılan, dahası buna kendisi de inandırılmış kadınlar... Dilin yanlılığı da apaçık belli zaten; jigololuk yapan erkekler için "kötü adam" dendiğini duymamışızdır hiç örneğin. Öte yanda da fedakarlığı, ezilmişliği, kendini yoksaymışlığı ile yüceltilen, erdemli kadınlar var tabii; cinselliklerini bir yana bırakalım, öyle "temiz"lerdir ki, handiyse tuvalete bile gitmediklerini düşündürürler. Yüceltilen kadın söyleminin saklayamadığı, aslında saklamaya gerek de duymadığı altzyazısı şu gibi geliyor bana: Kendini yok edip tüm benliğinle erkeğin hizmetine girersen senden alası yok! Tüm bunlara bakınca daha sahici, içerden, dönüştürücü, değiştirici bir cinselliğin yazılması için özgür düşünebilen, cesur kadın kalemlerine gereksinim olduğu açık. Edebiyatımızda örnekleri yok mu? Var elbette; örneğin Leyla Erbil'in Cüce romanındaki Zenime geliyor aklıma. Yazar, ileri yaşındaki bu kadın karakterini, bir gazete için fotoğraf çekimi yapmaya evine gelmiş, hiç tanımadığı, ilk kez karşılaştığı, üstelik kendinden epeyce genç bir adamla, eli titremeden seviştirmiştir. Olup biter, geçer gider; birikmiş enerjinin anlık patlamasıdır o kadar. Duyguyla soslandırayım, bir ilişkiye dönüştürüp çoğunluğun yüreğine az da olsa su serpeyim çabasına girilmemiştir. Farklı bir bakışın oluşması, kadının da önce insan olduğuna ilişkin algının gelişmesi için bu örnekler çoğalmalı. Cinsellik konusundaki ikiyüzlülüğün ve çifte standardın beli böyle böyle kırılabilir ancak. Belki. Umarım.
HANDE ÖĞÜT:
Türkiye’de ve hatta dünyanın pek çok ülkesinde kadınlar, hayatlarını özgürce yaşayamıyor ki romanlarda yaşasınlar. Hem cinsellik, hem kadınlık ve kadınlar, eril ideoloji tarafından oldubitti hegemonyaya, cezai yaptırımlara tabi tutuldu. Erkekler, dilin, kültürün, edebiyatın yaratıcı ve sürdürücü aktörleri olarak eserlerinde kadın cinselliğini, ataerkinin çok boyutlu kuşatılmışlığı içinde, kadını kategorize ederek, son derece dar bir kavrayışla melek/şeytan, bakire/fahişe, metres/eş dikotomileri içinde anlattılar, anlatıyorlar: Âşık olunan, hayal edilen, sessiz, suskun tek boyutlu kadınlar, trajik sonlar… Erkekler bir yana, kadınlar tarafından yazılan romanlara yönelmiş özgül bir edebiyat okuru olarak, cinsel özgürlüğünü, herhangi bir travma, hezeyan, bedel ödeyip atlatmadan, kendi dilediği gibi, sorunsuz yaşayan bir kadın kahramana rastlamak açıkçası zor. Kadına ve kadın cinselliğine dair tabular yüzünden cinselliği konu alan kitaplar, toplum ahlâkını tehdit ettiği gerekçesiyle yasaklanır (Sevgi Soysal; Yürümek, Pınar Kür; Bitmeyen Aşk gibi) ya da cinsellikle ilgili yazdıkları şeyleri mutlaka deneyimledikleri düşünüldüğü için kadınlar ahlâksızlıkla suçlanır. Adalet Ağaoğlu, bir kadının erotik rüyalarını yazdığında başına neler geldi biliyoruz. Kadın yazar sayısında büyük artışın olduğu 70’lerde özgürleşme sürecindeki, bilinçlenme/bilinçlendirme savaşımındaki kadını, siyasal, toplumsal, entelektüel, tinsel, duygusal, etik açılardan bütün olarak kavrayan; kadınlık bilincini ve dişil öznelliği yansıtan, cinsel farklılığı kadının bakış açısıyla sunan ve cinsiyetler arasındaki simetrik iktidar ilişkisine dair eleştirel farkındalık sergileyen çok değerli romanlar yazıldı. Özellikle Sevgi Soysal, Füruzan, Adalet Ağaoğlu, Leyla Erbil, Erendiz Atasü, İnci Aral, Pınar Kür toplumsal cinsiyeti eleştirdikleri kadar kadın cinselliğini de tema edindiler. Sevgi Soysal’ın Tutkulu Perçem, Tante Rosa ve Yürümek adlı romanlarında kadınların temel çıkmazı cinsellikle ilgilidir. Yürümek’in Ela’sı, cinselliğin doğal bir olgu olduğunu kabul eder ama evlenmediği bir erkekle yatacak kadar cesur da değildir. Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’nin Olcay’ı, üniversite yıllarında cinsellik üzerindeki toplumsal baskılara karşı çıkmanın yolunu rasgele ilişkilerde arar, ancak sonrasında bireysel karşı çıkışların bu çarpıklığı değiştirmeyeceğini anlar. Pek çok yapıtında cinselliği sorunsallaştıran Leyla Erbil’in Tuhaf Bir Kadın’ındaki Nermin, cinselliği yaşamak değil, onun baskısından kurtulmak ister. Namus bekçisi annesinin baskılarından kurtulmak için, bakire olarak evlenir. Ne var ki cinsel açıdan mutsuzdur; kâh tiksinir, kâh cinsel sanrılar görür. Mektup Aşkları’nda, Sacide, sevgi eksikliğini gidermek için kullanır cinsel çekiciliğini. Pek çok erkeği baştan çıkarır ve onlarla sevişerek kendisini dışlayan toplumdan intikam almaya çalışır. Füruzan’ın Benim Sinemalarım’ında yoksul bir ailenin kızı olan 16 yaşındaki Nesibe, fahişelik yapmayı bilinçli olarak tercih etmiştir. İçinde bulunduğu durumun nesnesi değil, öznesi konumundadır. Ancak baba dayağından sonra evden kaçmaya karar verir.
Cinselliği tabulaştıran ataerkil toplumdan, anneden, ağabeyden, babadan, kocadan, sevgiliden, mahalle baskısından, iktidardan özgürleşmeye çalışan, cinselliği ve cinsel kimliği için mücadele eden kahramanlar, benim için çok önemli bu eserlerin dışında pek çok kadın yazarın eserlerinde de karşımıza çıkıyor. Cinsel özgürlüğünü bedensel ve ruhsal olarak, öznel biçimde yaşayan değil, bu özgürlük için mücadele eden, cinselliği bastıran, kullanan ya da araçsallaştıran kahramanlar… Oysa ki cinsel özgürlük, onun için mücadele ve hak talebi olmamalı. İlla ki heteroseksüalite ve tekeşlilik içinden algılanmamalı. Cinsellik ahlâktan, dinden, gelenekten, ataerkil zihniyetten özerkleşerek, dünyada sahip olduğumuz özgürlüğün bir parçası olmalı. Ancak böyle bir gerçeklik olmadığı için cinselliği haz alarak yaşayan, kendine ait bir cinsellik yaratan, cinselliği ve cinsiyeti baskı, illet, korku, tiksinti ya da yazgı değil, yaratıcı bir yaşamın imkânı olarak kurabilen, bedeninin ve cinselliğinin öznesi olabilen kadın kahramanların varlığından söz etmek de güç...
MİNE SÖĞÜT:Edebiyat ait olduğu çağın gerçekliğinden beslenir. O yüzden romanlardaki kadın kahramanların kaderi sokaktaki kadınların kaderinden bağımsız bir yol izlemez. Gerçek hayattaki kadınlar cinselliklerini ne kadar özgür yaşıyorlarsa roman kahramanı kadınlar da o ölçüde özgür olurlar. Türk edebiyatında cinselliğini alışılmış ölçülerin dışına çıkarak yaşadığını gördüğümüz kadın kahramanlar vardır elbet ama onlar da edebiyat tarihine “özgür” olarak değil “marjinal” kahramanlar olarak geçerler. Bizimki gibi Müslüman bir toplumda, kadın yazar bile kahramanını yaratırken cinsellikle ilgili bir kapıyı aralamaya kalktığında, yazarlığından önce kadınlığının sorgulanacağı ve yazdıklarıyla kendi özel hayatı arasında paralellikler kurulacağı önbilgisiyle masanın başına oturur. Ve yaratıcılık sürecinde edebi becerisinden ziyade ahlaki cesareti ölçüsünde özgür olur.
TUNA KİREMİTÇİ:Nabokov'un dediği gibi, romanda asıl hadise kahramanlar arasında değil, romanı yazanla okuyan arasında geçiyor. Bu nedenle, roman kahramanının cinsel özgürlüğü yazarın aklının ne kadar özgür olduğundan ayrı ele alınamaz. Öteden beri Türkiye'nin temel meselelerinden birinin kadın-erkek ilişkilerinin normalleşmemesi olduğunu düşünmüşümdür. Bu nedenle kadınlar, erkekler ve eşcinseller cinselliklerini özgürce yaşayamıyor ve cinsellik karşımızda bir problematik olarak duruyor. Roman kahramanları için de bu geçerli.
"Cinselliğin normalleşmesi" derken kastettiğimse şu: Bireyin cinselliğini özgürce yaşayabilmesi için, cinsellikten özgür olabilmesi gerek. Yoksa en özgürlükçü yazarımızın bile mevzu cinselliğe geldiğinde yaşadığı gerginliği, yazdıklarından anlayabiliyoruz. Bu gerginlik de iki şekilde tezahür ediyor: Gereksiz bir mahcubiyet ya da gereksiz bir abartma şeklinde. Bu gerilimi romanın lehine değerlendirmeyi başaran yazarlar çok fazla değil: Leyla Erbil, Sevgi Soysal, Oğuz Atay ya da Kemal Tahir isimleri geliyor aklıma.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
SESSİZ KALMA.