20 Ocak 2011 Perşembe

Ve Erdoğan TÜSİAD'ın onur konuğu...


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bugün TÜSİAD’ın GİK toplantısına onur konuğu olarak davetli. 2002 den bugüne gelene kadar AKP-TÜSİAD arasındaki ilişki bazen gerginliklere sahne olsa da son tahlilde daima ortak çıkarların belirleyici olduğu, her iki tarafında yeri geldiğinde uzlaşmayı bildiği görülüyor.
Türkiye burjuvazisinin en üst derecede temsil organı olan TÜSİAD AKP’nin 2002’de tek başına iktidar olmasını sevinçle karşılamıştı. Özellikle siyasi istikrar konusu oldukça önemliydi ve AKP tüm piyasacı özelliğiyle bu görevi layıkıyla yapmaya aday görünüyordu. Buna rağmen TÜSİAD, AKP’nin alışılagelmişin dışında bir parti olduğunu da biliyor, gelecek yılların birçok başlıkta siyasi krize gebe olabileceğini de fark ediyordu. Nitekim öyle de oldu. Ancak AKP her defasında arabayı devirmeden yoluna devam etmeyi başardı. TÜSİAD ise gerek kendi çıkarları için daha iyi bir seçenek olmamasından, gerekse AKP’nin bu görevi tahmin edilebilirliğinde ötesinde başarıyla yapmasından bazı gergin başlıklarda uzlaşma yoluna gitti.
AB ile yakın temas: Uyum içinde bir birliktelik…
AKP, Türkiye burjuvazisinin tedirgin olmasına sebep olan Milli Görüş geçmişinden kurtulduğuna kamuoyunu ikna etmek, demokrat bir görüntü vermek amacıyla iktidarının ilk yıllarında daha az saldırgan ve uzlaşmacı bir tutum içine girmişti.
Bu süreçte AB’ye üyelik konusundaki cansiperane mücadelesi TÜSİAD tarafından takdirle karşılanmış, bir süre için bu partiye fazlaca kredi açılmasını sağlamıştı:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sevk edilmiş olan ve kamuoyunda ‘yedinci uyum paketi’ olarak bilinen kanun tasarısı, ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı, dernek kurma, toplantı ve gösteri yürüyüşleri ve Milli Güvenlik Kurulu başta olmak üzere bir dizi alanda değişiklikler öngörmektedir. Türkiye’nin AB’ye adaylık sürecinde Kopenhag Siyasi Kriterlerine uyum yolunda hazırlanmış en kapsamlı reform çalışmalarından biri olan paketin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sevki son derece olumlu bir gelişmedir.
Avrupa Birliği, Mart 2003’te yayınlanan güncelleştirilmiş Katılım Ortaklığı Belgesi’nde, Milli Güvenlik Kurulu ile ilgili olarak “Milli Güvenlik Kurulu’nun işleyişinin Birliğe üye ülkelerdeki askeri işlerin sivil kontrolüne ilişkin uygulamalarla uyumlu olacak şekilde uyarlanması” ifadesine yer vererek, Türkiye’den bu alanda ilerleme beklentisi içinde olduğunu açık bir biçimde ortaya koymuştur. Bugüne dek hazırlanan her bir İlerleme Raporu, Türkiye’ye bu alanda eleştiri getirmiştir. Resmi metinleri yanı sıra, Avrupa Birliği yetkilileri de çeşitli ortamlarda Türkiye’nin bu alanda ilerleme kaydetmesi gerektiğini dile getirmiştir. Siyasi kriterlerin karşılanması için önemli bir aşama olan Milli Güvenlik Kurulu başlığı altında Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu ve Sayıştay Kanunu’nda kaydedilecek ilerleme, bu anlamda özel bir önem taşımaktadır.
Avrupa Birliği adaylık sürecinden bağımsız olarak düşünüldüğünde de, konu bir demokrasi sorunu olarak belirmektedir. Askeri işler ve savunmayla ilgili konularda sivil otorite ile askeri kurumlar arasında sıkı bir işbirliği ve bilgi alışverişi kaçınılmaz olsa da, demokrasilerde doğrudan savunma ile ilgili konular haricinde, sivil otoritelerin, alınacak kararlara seçmenin iradesini yansıtması gerekir. AB’ye uyum sürecinde yapılan mevzuat değişikliklerinin tamamlayıcısı olacak “yedinci uyum paketi”, ülkemizde bireysel ve kolektif özgürlüklerin katılımcı demokratik bir düzen çerçevesinde genişletilmesi ve Türk demokrasisinin batı standartlarına getirilmesi bağlamında isabetli bir düzenlemeyi ifade etmektedir.” (25.07.2003 Tarihli TÜSİAD Basın Bülteni)
Bu süreç iki taraf içinde kazançlı bir dönemdi. AKP AB’ye uyum ve demokratikleşme söylemlerini arkasına alarak askerin siyasi alandaki ağırlığını kırmaya başlamış, bu süreçte hem TÜSİAD’dan hem de liberal cenahtan oldukça büyük destek almıştı. TÜSİAD’da AB’ye uyum çalışmalarından memnun görünüyor, yapılan her reformu destekliyor, daha ilerisi için AKP’yi cesaretlendiriyordu.
TÜSİAD özelleştirmelerden memnun
AKP kısa sürede burjuvaziye diğer düzen partilerinden daha iyi hizmet edebileceğini ispat etmiş, cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirme hamlesini başlatmıştı. Dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın dediği gibi devlet işletmelerini “Babalar gibi” satıyorlardı. Bu “ilk dönem AKP’sinin” yaptığı özelleştirmelerin büyük oranda merkez sermaye yani TÜSİAD’a kaldığı görülür. Sonraki süreçte MÜSİAD ve TUSKON gibi muhafazakâr sermaye grupları belli bir ağırlık kazanmaya başlasa da bu hiçbir zaman TÜSİAD ile boy ölçüşebilecek güce erişmedi.
"AKP’nin kendi organik burjuvalarına özellikle Çalık, Koza, Albayrak gibi gruplara aktardığı rantlar, kayırmalar tabi ki vardır ama bakın rantın en büyük kaynağı özelleştirmelere… Bugüne kadar gerçekleştirilen 36 milyar dolarlık özelleştirmenin yüzde 80’i 13 gruba yapılmıştır ve bunların arasında en büyükleri şöyle eşleşmiştir; Koç (Tüpraş), Erdemir (Oyak), PO(Doğan), KGM Levent (Zorlu), Araç Muayeneleri (Doğuş)…" (Mustafa Sönmez 17.10.2008 / Cumhuriyet Gazetesi)
Kaçınılmaz gerilimler
Henüz iktidar olduğunu yeni yeni hissetmeye başlayan, zaman geçtikçe de özgüveni yerine gelen AKP, emperyalizmin kendisine biçtiği misyonun da farkında olarak Türkiye’nin dönüştürülmesi sürecinde daha atak davranmaya başladı. Bu ataklık asker ile ilişkiler, türban konusu, Kürt sorunu gibi düzenin bazı yumuşak karınlarına dokunulmadan yapılamazdı tabi ki. Bu noktalara her temas hem kamuoyunda hem de TÜSİAD’da farklı refleksler halinde karşılık bulacaktı.
“Başlangıçta her şey iyi gitti. Ancak bu durum geçici bir dengeye işaret ediyordu. Çünkü AKP, dünyanın içine girdiği yeni dönemde Ortadoğu ve merkezi Avrasya’da önemli bir misyonun taşıyıcısı olarak ortaya çıkmıştı. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin kilit kurumlarından biriydi ve bu nedenle esas olarak rejimi dönüştürmek gibi bir hedefe sahipti. Ilımlı İslam projesinin kilit örgütüydü.
Bu nedenle AKP hükümeti küresel mali sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda sınırsız bir neo-liberal ekonomik politika uyguladı. ABD’nin bölge siyasetlerine kayıtsız şartsız bir destek verdi. Böylece başta ABD olmak üzere Batı’nın desteğini sağladı ve bu desteğe yaslanarak iktidar alanını adım adım genişleten bir strateji uyguladı.
Yolsuzluk ekonomisinin fütursuzca uygulandığı bu dönemde muhafazakâr ve İslami sermaye büyük güç kazandı. Servet el değiştirmeye başladı. Devlet kurumlarında yoğun bir kadrolaşmaya gidilerek, önce hükümet olmaktan iktidar olmaya sıçrandı, ardından da yasalar değiştirilerek ve kurumlar ele geçirilerek “Cumhuriyet’in kazanımları” kazınmaya ve rejimin karakterinin dönüştürülmesi yolunda tayin edici adımlar atılmaya başlandı.
AKP hükümeti daha önceki iktidarlara hiç benzemiyordu. Yeni bir iktidar tipiyle karşı karşıyaydı Türkiye. İstanbul ve Marmara burjuvazisi bir parça şaşkındı. Merkez medya da… Oysa İslami sermaye çevreleri nelerin olup bittiğinin farkındaydı. Örneğin MÜSİAD’ın eski Başkanı Erol Yarar, Türkiye’deki bu değişimi tarif ederken, “toplumun muhafazakârlaştığını ve bir anlamda sermayenin de gerçek sahiplerine yani Müslüman değerlere sahip kesime geçtiği” görüşünü açıkça savunuyordu. (16.10.2009, Milliyet)” (Merdan Yanardağ 09.10.2009 / soL Haber Portalı )
Her ne kadar TÜSİAD ile boy ölçüşecek düzeye gelmese bile büyük patronlar için yeşil sermayeye kaybedilecek her kuruş çok önemliydi ve rahatsız olmaları için yetiyordu. Ancak daha da vahimi AKP, patronlar için asıl önemli olan siyasi istikrarı sarsıcı tehlikeli işlere girişiyor, Türkiye’nin düzenini değiştirmeye çalışıyor ve bunu genetik kodları ve kendine edindiği misyon itibariyle, yapması gereken kadar değil, “kavgayı” TÜSİAD’ın beklentisinin de ötesine taşıyacak biçimde gerçekleştiriyordu.
AB ile ilişkilerin de ilk döneme kıyasla “askıya alınması” TÜSİAD’ı rahatsız etmeye başlıyor, bu noktada AKP ile büyük sermaye arasında kaçınılmaz olan gerilimler ortaya çıkıyordu.
TÜSİAD, AKP’nin yeni Türkiye’yi oluşturma sürecinde kritik bir dizi başlıkta, Doğan Grubu’nun da etkisiyle, muhalif bir görüntü sergiledi. AKP’nin Türkiye’yi dönüştürme projesinin kendi çıkarlarına hizmet ettiğini fark etse de en azından temkinli davranmayı elden hiç bırakmadı. En ateşli tartışma başlıklarında eski söylemi savunur göründü ya da en azından sessiz kalarak bekleyişe geçti.
Gücünü gittikçe artıran AKP ise bu zorlu süreci güçlü bir medya desteği olmadan aşamayacağını biliyordu;
“…İslami ve yandaş medya zaten önemli bir güç kazanmıştı. Ancak alınan mesafe medyanın tam olarak denetime alınması için yetmiyordu. Çünkü medyanın yüzde 50’sine yakın bölümünü kontrol eden Aydın Doğan Grubu yerinde duruyordu.
Oysa artık AKP Doğan Grubu’nun desteğine ihtiyaç duymuyordu. Çünkü hem böyle bir ihtiyacı duymayacak kadar güç kazanmıştı hem de ileride böyle bir destek ihtiyacına mecbur kalmamak için tedbir almak gereğini görüyordu. Dolayısıyla bu grubun faydacı ve konjonktürel desteğinin yerine tam itaat istiyordu. Çünkü Birinci Cumhuriyet’i sonlandıracak bir tarihsel eylemi yürütürken medya dünyasında da tam bir alan hakimiyeti sağlamak zorunluydu. Ne olur ne olmazdı… AKP’nin bir tökezleme anında hiç beklenmedik yerden kendisini vurabilirlerdi. Onlara güvenilemezdi!” (Merdan Yanardağ 09.10.2009 / soL Haber Portalı)
"MÜSİAD’dan daha güçsüz görünüyoruz"
Bu süreç AKP ile TÜSİAD’ın arasının en kavgalı olduğu dönemdir. TÜSİAD Başkanlığı Arzuhan Doğan Yalçındağ’da dolayısıyla da Doğan Medya’daydı. Aynı günlerde Doğan Medya Cumhuriyet tarihinin en büyük vergi cezasına çarptırılarak tasfiye edilmeye çalışılıyordu. Bu, sermaye çevrelerinde sadece Doğan Medya’ya verilen bir ceza olarak değil, tüm TÜSİAD’a adeta gözdağı niteliğinde bir ceza olarak kabul gördü. Nitekim aynı günlerde (Ekim 2009) yapılan TÜSİAD YİK’da yoğun tartışmalara sahne olmuştu.
Basına kapalı oturumda ilk sözü alan TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ şöyle konuşacaktı: “Biliyorsunuz TÜSİAD Başkanı olarak konuşmalarımda Doğan grubuna yönelik haksız vergi cezaları üzerinde durmuyorum. Çünkü grubumla ilgili bir konu. Ama bu konuda siz de gereğinden fazla dikkatlisiniz. Oysa bu Türkiye’nin de meselesi” diyerek “Hep beraber susuyoruz“ imasında bulundu.
Yalçındağ’ın ardından söz alan Deniz Ticaret Odası’ndan bir üye ise açık açık “Evet susuyoruz, çünkü korkuyoruz. Aynı şeylerin bizim de başımıza gelmesinden çekiniyoruz” dedi.
Ardından kürsüye Koç Holding Yönetim Kurulu üyesi Ali Koç ise şöyle konuşacaktı: “Arzuhan haklı. Bu konuda (vergi) fazla sessiz kaldık. Destek vermemiz, sahip çıkmamız gerekirdi. TÜSİAD olarak etkimizi kaybediyoruz. Gerektiğinde yumruğumuzu masaya vurmamız lazım. TÜSİAD’ın yönetim tarzını doğru bulmuyorum. MÜSİAD’dan bile daha güçsüz algılanmaya başladık. Onlar daha çok dikkate alınıyor. Şimdiye kadar bu toplantılara gelmiyordum. Artık gelme niyetindeyim. Ama bu sözlerimden sonra beni konuşturmazsınız”
TÜSİAD ve AKP’nin arası bozuk
Tüm bunlar ve süre giden Ergenekon operasyonunun ülkede yarattığı kaotik ortam AKP ile TÜSİAD’ın arasına kara kedi girmesi için yeterli oluyordu. Bu dönemde de TÜSİAD, Ergenekon operasyonundan türbana kadar bir dizi başlıkta muhalif görünmeyi tercih etti. Yalçındağ 2008 yılında Hatay Kadın Girişimcileri Derneği’nin (KAGİD) düzenlediği 2’nci Anadolu Girişimci İş Kadınları Zirvesi’nde türban tartışmaları hakkında şöyle diyordu:
"Bugün içinde bulunduğumuz gergin ortam güven ortamını zedeliyor. Oysa hükümetin, devlet yönetiminin, siyasi partiler arası rekabetin, ana eksenini kalkınma politikaları, uluslararası rekabet gücü, AB süreci, çocuklarımızın geleceği gibi konular oluşturmalı"
Yalçındağ daha da ileri giderek toplantıda Mustafa Kemal’den aşağıda ki alıntıyı yapıyordu:
"Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez, peştamal veya buna benzer bir şeyler asarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır."
Yalçındağ 2010 yılı başında ABD’deki Brookings Enstitüsü’nde Türkiye-ABD ilişkilerinin değerlendirildiği ve TÜSİAD’ın hazırladığı “Ortaklığı Yeniden İnşa Etmek-Yeni Bir Dönemde Türkiye-ABD ilişkileri” başlıklı raporun tanıtımında konuşurken Ergenekon davası hakkında şu ifadeleri kullanmıştı:
“Ergenekon davası da bütün hızıyla devam etti. Aralarında emekli generallerin de bulunduğu, 80 kişi gözaltına alındı. Türkiye’nin sivilleşmesi sürecini destekliyoruz, ama bazı endişelerimizi de sizlerle paylaşacağım. Prosedür bakımından dava dikkatsizce yürütüldü, özel hayata saygı ve ‘suçluluğun ispatına kadar masumiyet’ gibi temel kurallar ihlal edildi.”
Uzlaşma sinyalleri
AKP ile TÜSİAD arasında referanduma doğru yeni bir polemik oluştu. Başbakan Erdoğan’ın TÜSİAD’a hitaben “Renginizi belli edin. Taraf olmayan bertaraf olur” çağrısı ciddi bir tehdit olarak tarihe geçti. TÜSİAD ise temkinliliği elden bırakmadı ve her ihtimale karşı “tarafsız” bir duruş sergilemeye çalıştı. Eski başkan Yalçındağ’a göre daha uzlaşmacı bir profil sergileyen TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, 'Biz seneye 40'ıncı yılını kutlayacak bir meslek örgütüyüz. Siyasi konulardaki rengimizi açıklamak geleneğimizde yok' dedi.
Yandaş medya ise hiç gecikmeden TÜSİAD’ı darbecilikle suçlamaya başladı. Aynı tarihlerde Taraf Gazetesi yazarı Süleyman Yaşar TÜSİAD hakkında şu ifadeleri kullandı:
“O zaman darbeciler grevleri de yasakladı, bu da işadamlarının işine geldi, darbeyi de desteklediler. Darbeden çıkar sağladıkları için TÜSİAD'ın bugün Kenan Evren'le aynı oyu vermesi belki kendi içinde mantıklıdır, haklısınız. Değişikliğe hayır diyerek Evren'e minnetlerini sunuyorlar.”
TÜSİAD Referandumdan hemen sonra AKP’nin suyuna giden bir açıklama yaparak sonucu olumlu bulduğunu ifade edecekti:
“TÜSİAD referandum sonucundan bağımsız olarak, Türkiye'nin yeni bir anayasaya olan ihtiyacının canlı kalacağını pek çok kez dile getirmiştir. Nitekim hem referandum süreci, hem de referandum sonucu, toplumun ekseriyetinin, siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerini de içine alacak şekilde 1982 Anayasası'nı tümüyle değiştirecek yeni bir anayasanın oluşturulması konusundaki ortak beklentisini teyit etmiştir. Bu asgari müşterek yeni anayasa çalışmaları için umut vericidir.”
Bu durum Kürt sorunundan, türbana kadar bir dizi başlıkta da aynı sonucu verecekti. Artık TÜSİAD, girdiği tüm virajlardan sağlam çıkan AKP ile daha iyi geçinmeye çalışıyor, değişen yönetimi de AKP ile yeni bir başlangıç yapmak istiyordu. TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in türban konusundaki demeci ile aynı konuda 2 sene önce Yalçındağ’ın söylediklerini düşününce aradaki değişim daha gözle görülür hale geliyor:
"Türkiye’de herkesin eşit eğitim hakkı olmalıdır. Türban yasağı, 18 yaşını geçmiş bir genç kadının, kıyafeti yüzünden eğitim hakkından mahrum kalması kabul edilebilir bir şey değildir. Bu eğitim hakkından sonra bu kadınların, kızların kamuda istihdamı konusu da gelecek gündeme. Bunun da mutlaka konuşulması, tartışılması lazım. Neticede Türkiye’nin gelmesi gereken nokta bireylerin yaşam tarzlarının toplumsal veya kamusal baskılara maruz kalmayacağı bir noktaya gelmesidir’ dedim. Yani burada özgürlükçü bulmadığı sayın bakanın nedir ben bilmiyorum. Açıklarsa çok sevinirim"
Ancak bu açıklama bile Erdoğan’ı tatmin etmiyor, çünkü artık AKP tam bir biat istiyor. Yarın TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi (YİK) Başkanlık Divanı ve Haysiyet Divanı seçiminin yapılacağı Genel Kurul'un Onur Konuğu Başbakan Erdoğan. Erdoğan çok değil iki sene önce aynı kurul tarafından “yumruğu masaya vurmalı” şeklinde eleştirilere maruz kalırken bugün aynı örgütün onur konuğu olarak Genel Kurul'a davet ediliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SESSİZ KALMA.