30 Aralık 2010 Perşembe

Bir Milletin Vatanı, Dilinin Konuşulduğu Topraklardır

Konfüçyus'a sorarlar; “ülkeyi siz yönetmiş olsaydınız ilk iş olarak ne yapardınız?” Cevap ibret doludur. “İşe önce dili düzeltmekle başlardım. Çünkü dil özden kopmuş ve bozulmuşsa; kelimeler düşünceyi anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılamazsa; yapılması gereken işler doğru yapılamaz. Görevler de, gereği gibi yapılmazsa; töre ve düzen bozulur. Töre ve düzen bozulursa; adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa; şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. Bunun içindir ki hiçbir değer; dil kadar önemli değildir”

Evet, öncelikle şu gerçek bilinmelidir ki, her milletin kendi adını taşıyan, kendine ait bir dili vardır. Dilin, bu “kendine ait olma” özelliği, aynı zaman da milletleşme sürecinin de hem başlangıcı, hem tamamlayıcısıdır. Diğer taraftan da dil, ait olduğu milleti, tarihin nice bilinmez geleceği içinde oluşacak nesilleriyle buluştur, kuşaklar arasında köprü vazifesi görür. Bu anlamda milleti tarif eden tüm sosyologlar, milletin varlığında dilin önemini öne çekerken, millet hayatının devamlılığında ise asıl belirleyicinin “dil Birliği” olduğunu ifade ederler. Daha da önemlisi, yüzyıllar boyunca bu dili işleyen, geliştirip zenginleştiren millet, kendi tarihini ve kimliğini diline yükler. Bu nedenledir ki, aynı vatan toprakları üzerinde yaşayan insanların bir millet hâlinde varlıklarını sürdürebilmelerinin birinci şartı, aralarında sağlayacakları; dil birliğidir. Meselâ Ziya Gökalp der ki; “millet; lisanca, dince, ahlâkça ve bediiyatça müşterek olan, yani ayni terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bulunan bir zümredir.” Bu tarifi, insanımızın irfanıyla biraz daha sadeleştiren Gökalp, milleti; “dili dilime uyan, dini dinime uyandır” şeklinde tarif eder.

Dilleri farklı olan dolayısıyla birbirlerini anlama imkânları bulunmayan toplumu bir arada yaşatmak ne derece mümkündür dersiniz? Farklı şive ve ağızların dünyanın hangi ülkesinde “tek ve ortak” olan dille beraber, başta okullar ve mahkemeler olmak üzere kamusal alan dediğimiz devletin, hangi resmi organlarında birlikte kullanılmıştır. En ileri demokrasilerin uygulandığı ülkeler olarak gösterilen hangi Avrupa ülkesinde, o milletin homojen yapısını, devletin üniter yapısını bozucu “çok dilli” özgürlüğün (!) baskın olduğuna delalet ettiniz? Bireysel haklar ve kişisel tercihlerin devleti kuran irade ve unsuru keyfi olarak dışlayabildiğine dünyanın hangi bölgesinde, şahit oldunuz?

Biliyorsunuz, beş milyona yakın Türk Avrupa’da yaşamaktadır. Bu ülkelerden birisi olan Almanya, “Beraber yaşamak ve birbirini anlamak” (miteinander leben und sich miteinander versetehen) sloganıyla yola çıkarak, “çok kültürlü” (multikulturell) hayatı teşvik etmiş, lakin bu düşünce ve uygulamaya ancak birkaç yıl dayanabilmiştir. Sonradan 1 Ocak 2000 yılında, çıkarmış olduğu yeni yasa ile de, bu sürece son noktayı koymuştur. Başımızdaki AKP İktidarının yöneticileri bunu bilmiyorlar mı? Bal gibi biliyorlar. Zira Almanya bu yasa ile hangi milliyete sahip olursa olsun, bu tarihten itibaren doğan her bir çocuğun; nüfus cüzdanında; “milliyetine Alman, vatandaşlığına Alman vatandaşı yazılacaktır”, diyerek yeni bir düzenleme yapmıştır. Peki neden? Orada demokrasi yok mu? İster İranlı, İspanyol, Bulgar veya Rus, Afrikalı olsun onlarca farklı etnisite ve dile sahip hangi toplum, kendi dilinde bir enstitüye veya ayrı bir okula sahiptir? Hangi birisi kendi dilinin hâkim olduğu mahkemelerde ifade verebilmiştir? Hangi birisi, Almancanın dışında bir dille Almanlara benim dilimi siz öğrenmek zorundasınız diyebilmiştir?

Oysaki Türk milleti olarak bu topraklarda, tam binyıla yakındır, diğer unsurların tamamını kendimizle aynı derecede eşit sayan, bir hoşgörü ve yönetim biçimi sergilemişiz. Asla unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran, uğrunda kan ve ter akıtarak yaşatan Türk milleti, devlet ve toplum hayatının tüm katmanlarında; birlikte yaşadığı, geçmişi beraber kucaklayıp, geleceği birlikte kucaklamayı arzuladığı her bir kesimi, hukuki ve siyasi anlamda doğrudan eşit gören bir hoşgörü ve idari biçimi tercih etmiştir. Hem de gönüllü olarak.

1 yorum:

SESSİZ KALMA.