30 Aralık 2010 Perşembe

KAYNAK ARAYAN KILIÇDAROĞLU BU YAZIYI OKUMALI

Eski Yugoslavya örneğinde olduğu gibi geçmişte komünist ülkelerle de iş birliği yapan IMF’nin kalkınma reçetelerine karşı en sert tepki yine ekonomilerini merkezi planlama ile yöneten ülkelerden gelmişti. Bu ülkelerden Kuzey Kore IMF reçetelerine gerek kalmadan 1960’lı yıllara gelindiğinde kendi kendine yeterli, disiplinli ve üretken bir iş gücüne sahip iyi yönetilen ve yolsuzlukların olmadığı endüstrileşmiş bir ekonomi kurarak, o yıllarda Japonya dışında tüm Asya ülkelerinden ileride olduğunu göstermişti.
Japonya’nın bir sömürgesi iken 1925 yılında 38. paralel boyunca ikiye ayrılan Kore’nin yiyecek ambarını oluşturan verimli toprakları ülkenin güneyinde kalmış, verimsiz toprakları ise kuzeyde kalmıştı. Bu ülkelerden 14 milyon nüfuslu Kuzey Kore’nin, tarıma elverişsiz topraklara sahip olması ve Kore savaşları boyunca ABD tarafından taş üstünde taş bırakılmamasına karşılık ve üstelik bu savaşların üzerinden henüz yirmi yıl geçmeden, ülkede ekonomik mucizeler yaratılarak, 1961 yılına gelindiğinde ülke dış yardım almadan kendi kendine yeterli bir hale gelmişti.
Bu gelişmelerin hemen hemen tamamı Korelilerin çabasıyla ve Kore’nin yerli hammaddeleri kullanılarak gerçekleştirilmiş, ayrıca, o yıllarda ülkede işsizlik değil bir iş gücü ihtiyacına gerek duyuluyordu. Koreliler kendi kalkınma stratejilerinin simgesi olan kendi kendine yeterlilik ilkesini “Juche” sözcüğü ile tanımlamışlar ve bu gelişmeyi; dış yardımlar ya da dış kredilerle değil yani borçlanma ile değil ulusal bilinç, öz güven ve kendi öz kaynakları ile başarmışlardı.
KAYNAKLARDAN ÜRETİM
Şöyle ki; K.Kore’de ülke topraklarının elverişsiz ve yaz yağışlarının yoğun olmasından dolayı, yeterli pamuk yetiştirilemediğinden tekstil endüstrisi hiç gelişmemiş ve bu nedenle de kişi başına düşen yıllık kumaş üretimi ancak 14 santimi bulmaktaydı. Ancak Koreli bilim adamları tarafından, ülkede bol bulunan kireç taşından vinalon adlı sentetik bir elyaf geliştirilmesi ve ülkede yine bol yetişen kamışlardan iplik üretimi yöntemiyle kumaş yapılarak giyim sorununu halletmişler, yine, elde bir plan ve proje olmamasına rağmen dışarıdan alınan bir kamyon sökülerek parçaları ve parçaların da birbirine uyumu incelenerek, önce parçaları ve daha sonrada kamyonu üretmişler, üretilen ilk kamyon sadece geri geri giderken, kısa sürede sorun çözülerek seri kamyon üretimine başlamışlardı. Aynı yolla 1958 yılında Traktör üretimine başlamışlar, bir Traktörü söken Tarım Okulu öğrencileri, parçaları inceleyerek bir plan çıkarmışlar ve 35 günlük yorucu bir çalışma sonucu ve 32 başarısızlıktan sonra Kore’nin ilk Traktörünü üreterek 1971 yılına gelindiğinde yılda 10.000 Traktör üretir hale gelmişlerdi.
DEMİR NASIL ÜRETİLDİ
Öte yandan, demir üretiminde kullanılan kok kömürünün ülkede bulunmaması ve dışarıdan alacak paralarının da olmaması nedeniyle demir üretimindeki sıkıntıları kendi bilim adamları tarafından ülkede bol bulunan antrasiti kullanarak gidermişler, yine bazı ülkelerde suyun elektrolize edilmesiyle üretilen gübrenin, çok fazla elektrik enerjisine ihtiyaç duyulması ve bununda çok pahalıya mal olması nedeniyle, bilim adamları tarafından ülkedeki kömürlerden gaz çıkartılarak gübre üretiminde kullanılması suretiyle benzeri sorun giderilmiş, savaş sırasında yüksek fırınları savaştan sonra yeniden yaparken Teknik Okul 3. sınıf öğrencilerini okullarından koşullu olarak mezun edilerek, kendilerinden fırınları planlamaları ve yapmaları istenmiş, yaklaşık 200 kişiyi bulan bu gençler gece gündüz çalışarak mükemmel fırınları üretmeyi başarmışlar ve böylece öz kaynaklarına dayalı yeni olanaklar yaratılmıştı. Tüm bunları savaş döneminde aldıkları dış yardımlar hariç herhangi bir dış yardım almadan ya da dış borç almadan gerçekleştirmişlerdi. 20 yıl gibi kısa bir dönemde yaratılan bu mucizeler, Mareşal Kim İl Sung tarafından; 1 Temmuz 1969 tarihinde Birleşik Arap Cumhuriyeti vatandaşı Der-el-Tah’rir’in Genel Yayın Yönetmeni Abdül Hamit Ahmet Hamrus’a verilen demeçte; (1) “Halkımızın tümü Partinin çağrısına uyup, bir bütün halinde davranarak tüm bedensel güçlerini, zekalarını ve teknik becerilerini ortaya koydular. Çalışan halkımız kendi makinelerini kendileri üreterek ve fabrikaları yeniden kurarak olmayanı ürettiler yetmeyeni yarattılar. Ayrıca üretim darboğazlarını yeni bilimsel buluşlarla yaratıcı önerilerle ve teknik yeniliklerle ve tümüyle kendi çabalarıyla aştılar. Elimize ne zaman iyi bir makine geçse bu makineyi model olarak kullanarak her yerde makine çoğaltma çabalarına girdik ve bu yolla ülkenin makine endüstrisini geliştirdik. Bu gün otomobilleri, Traktörleri ve çeşitli tür silahları kendi emeğimizle üretiyoruz. Dışarıdan pirinç almadan kendi ürettiğimiz pirinci yiyor, kendi yaptığımız evlerde oturuyor, kendi kumaşlarımızdan yapılmış giysileri giyiyor ve günlük gereksinimimizi kendi ürettiğimiz araçlarla karşılayarak dürüst yaşantılar sürüyoruz. Juche’nin uygulanması ve kendi kendine yetme çabalarımız bir zamanlar geri kalmış bir tarım ülkesi olan ülkemizi, çok kısa bir süre içinde ileri bir sanayi-tarım ülkesine dönüştürmüş, halkımız da onurlu bir ulus haline gelmiştir. Kuşkusuz üretim güçlerinin gelişmesinin belli bir aşamasında ülke içinde üretilmeyen ya da ülkede az tüketilen mallar dışarıdan alınabilir. Ancak önemli olan bağımsız ulusal bir endüstriyi kendi çabamızla kendi ülkemizin kaynaklarını kullanarak kurmayı ilke olarak benimsememizdir. Eğer dış yardıma çok önem verilirse ya da tümüyle başkalarına güvenilirse halkın kendi gücüne olan güven yitirilerek, kendi ülkesinin kullanılmayan kaynaklarından yararlanabilmesi için zorunlu olan çabaları göstermeyebilir. Umutlarını tümüyle başkalarına bağlar ve başkalarına benzemeye çalışırlar. Bu takdirde bağımsız ve egemen bir devletin kurulması olanaksız hale gelir.” şeklinde dile getirilmiştir.
DIŞ YATIRIM UYUŞTURUCU GİBİDİR
Dolayısıyla, gelişme ve kalkınmasını sadece dış yardım ve dış yatırımlara bağlayan bir ülkenin, uyuşturucuya bağımlı bir insana benzemektedir. Zira; dış yardımlar bir uyuşturucu gibidir. Az verildiğinde faydalı ve rahatlatıcı, çok verildiğinde ise hastayı iyileştirmek yerine hastada alışkanlık yaratarak daha fazla ölümcül hale sokar. Uyuşturucu bağımlılığından kurtulmak isteyen bir hasta nasıl acı çekerse, borç batağından kurtulmak isteyen bir ülkede sürekli ekonomik krizlerle karşı karşıya kalarak acıyı da halkına çektirmektedir. İşte, gerek Dünya Bankası, gerekse ikiz kuruluşu IMF; kendilerine baş vuran ulusları iki ayakları üzerinde durmayı değil, daha büyük miktarlarda yeni borçların nasıl alınabileceğini öğretmektedir. IMF reçetelerine boyun eğen ulusların ne ekonomisi gelişmekte ne de yurttaşlarının yaşam koşulları düzelmektedir. Sadece güncel ödemeler dengesi sorunları geçici bir süre için rahatlatılarak sorunlar devamlı olarak daha ileri bir süreye ertelemektedir. Öte yandan, IMF; parayı en çok ihtiyacı olan ülkelere değil, uluslararası finans ve ticaret sistemine en çok zarar veren ülkelere verdiği gibi, belli bir süreden sonra verdiği paraların sadece eski borçların kapatılması amacıyla verdiği unutulmamalıdır. IMF reçetelerini uygulayan ülkelere genellikle yeni ve cömert krediler verilerek ya da eski borçlar ertelenerek ödüllendirilir. Yani sürekli borçlandırılmak bir yerde ödüllendirilme olarak değerlendirilmektedir. Bu nedenle dünyada kendi kendine yeterli kaynaklara sahip az sayıdaki ülkelerden birisi olan ülkemiz, öncelikle yolsuzlukların önüne geçerek; gerek IMF gerekse Dünya Bankası ile olan ilişkilerini bir an öce kesip; Kore örneğinde olduğu gibi kendi kendine yeterlilik ilkesini kabul ederek, kendi öz gücüne ve öz kaynaklarına dönüp lüks mallar dış alımı yerine, dış satım ağırlıklı ekonomik politikalarını belirleyerek ona göre çalışmalarına yön vermelidir. Çünkü; IMF kaynakları aynı zamanda yolsuzluğun en önemli kaynağından birisidir.
Kudret Ulusoy
Ülke Kaynaklarını İzleme ve Koruma (ÜKİK)Derneği Başkanı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SESSİZ KALMA.