4 Ocak 2011 Salı

PORNO FİLM ÖDEV OLABİLİR Mİ ?

Medyada günlerdir bu olay işleniyor. Bilgi Üniversitesi'nde iki kadın öğrencinin bitirme tezi olarak porno film çekmesi ve ardından konunun basına yansıması ortalığı karıştırdı. Konunun tartışılması Bilgi Üniversitesi'nde sözkonusu filmin çekildiği Görsel İletişim Tasarımı ile Fotoğraf ve Video bölümü mezunlarını harekete geçirdi. Bölüm mezunları hem medyanın hem üniversitenin tavrına bir bildiri ile tepki gösterdiler.
Mezunlar, ilginç değerlendirmelerde bulundukları bildiride pornografinin estetik ve tekniğine ilişkin çalışmaların üniversitede tez konusu olabileceğini iddia ettiler. Bölüm mezunlarına göre, ancak totaliter toplumlarda bu konular üzerine yapılacak akademik çalışmalar yasaklanabilirdi. Mezunlar, Bilgi Üniversitesi yönetiminin öğretim görevlilerini hızla görevden almasını da özgürlükçü üniversite anlayışı ile bağdaşmadığı için eleştirdiler. Bilgi mezunları basına da kışkırtıcı yayınlardan vazgeçme çağrısında bulundular.


İşte porno film çekilerek bitirme tezi hazırlanan Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı ve Video Bölüm mezunlarının yayınladıkları o bildiri:
Bizler, Türkiye’nin ve dünyanın farklı yerlerinde, farklı sektörlerde çalışmakta olan İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Görsel İletişim Tasarımı ile Fotoğraf ve Video lisans programlarının mezunları, eski araştırma ve öğretim görevlileri olarak bölümlerimiz ve hocalarımızla ilgili gelişmeleri endişe ile takip ediyoruz.
Hedefinden ve gerçeklerden saptırıldığını düşündüğümüz, bir lisans bitirme projesinden yola çıkılarak yapılmış bir röportajın ardından toplumun farklı kesimleri ile yetkili mercilerinin tepkilerini ve oluşan tartışmaları soğukkanlılıktan, akılcılıktan uzak; bağlamından kopuk buluyoruz.
Akademik bir ortamda araştırma konuları sınırlandırılamaz. Akademik danışmanın görevi, çalışma konusunu sansürlemek değil, konuyu araştırma yapılan disiplin çerçevesinde değerlendirmek ve bağlamına oturtmak üzere öğrenciye yol göstermektir. İçeriği müstehcen olan bir çalışmanın bir ‘porno film’ olarak değerlendirilebilmesi için izleyiciyi cinsel anlamda uyarmak amacıyla kurgulanmış olması, dolayısıyla bir izleyici kitlesini hedeflemesi, satılması, dağıtılması veya teşhir edilmesi gerekir. Görsel İletişim Tasarımı ile Fotoğraf ve Video programlarında bitirme projesi olarak gerçekleştirilen bir çalışmanın ise ancak pornografik filmlerin anlatımı, estetiği ve tekniğine ilişkin deneysel ya da eleştirel bir araştırma olması beklenebilir. Kaldı ki, pornografi bir fenomen olarak diğer akademik disiplinler çerçevesinde tüm dünyada yapılan metinsel çalışmalarda nasıl ele alınabiliyorsa, Görsel İletişim Tasarımı ile Fotoğraf ve Video programlarının bitirme projelerinde de benzer bir şekilde araştırma konusu edilebilir. Bu bağlamda, medyada yer alan haberlerin çoğu çarpıtıcı ve yanlıştır.
Yeni medyayı popülist amaçları uğrunda acımasızca kullanan, sansasyon ve linç kültürü üzerinden beslenen ‘şok haber’ ve ‘az sonra burada’ gazeteciliğinin; adı geçen bölümlerle ilgili görmediği, görmek istemediği başka birçok olumlu gelişme olurken, böyle bir haberin manşetlere taşınması ayrıca düşünülmesi gereken bir konudur.
Şunu unutmamak gerekir ki, bu tartışmalarda zan altında bırakılmış akademisyenler, ulusal ve uluslararası üniversitelere yeni akademisyenler, Türkiye’deki tasarım camiasında birçok yeniliğe imza atmış tasarımcılar ve sanatçılar yetiştirmişlerdir. Samimiyet ve özveri ile kendilerini hizmet verdikleri kuruma uzun yıllardır adamış olan meslektaşlarımızın ve hocalarımızın medyanın kışkırtmasıyla kurumlarından bu şekilde uzaklaştırılmaları, en mütevazı deyimle haksızlıktır.
Ayrıca, yine bu tartışmalarda zan altında bırakılmış olan bölümler ise geçtiğimiz on beş yıl içerisinde, onlarca akademisyen ile yüzlerce öğrenci ve mezunun katkılarıyla büyüyen saygın bir topluluktur. Türkiye’de alanlarında ilk olan bu bölümler, getirdikleri yenilikçi üslupla benzerlerinden her zaman farklı bir yerde durmuş, Türkiye’de bir klasik haline gelen sergileri düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda Avrupa’da da çok sayıda uluslararası projeye ortaklık etmiştir. Bu etkinliklerin büyük kısmı popüler medyada çok ender yer bulmuşken, sansasyonel yaklaşımla üretilmiş bir röportajın ilgi odağı olması ve sadece tek bir bitirme projesinin sansasyonel niteliğinden ötürü haberleştirilmiş olması düşündürücüdür.
Gelişmeler karşısında asıl dikkat çekilmesi gereken nokta ise, üniversite yönetiminin takındığı tavır ve uygulamaya koyduğu eylemlerdir. Bir süredir çalışanlarla yönetim arasında yaşanan sorunların basına da yansıdığı İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde, ‘yeni’ yönetim bu krizde de tamamen baskıcı, meslektaşlarını hiçe sayan ve kendini kurtarmayı amaçlayan bir tavır takınmıştır. Akademik özgürlük adına ilk yapılması gereken, söz konusu iddiayı açıklığa kavuşturmak üzere ilgili kişi ve yetkililerle doğrudan görüşmek ve konuyla ilgili müzakerede bulunmak iken yönetim son derece sindirici bir tavır ve gözdağı veren bir politika sergilemiştir. Bu tavrın Türkiye’deki yükseköğretim kurumlarında bir süredir gündemde olan özgürlük ve baskı tartışmalarından bağımsız olduğunu düşünmek son derece naif bir yaklaşım olur.
Totaliter olmayan sistemlerde üniversiteler düşünce ve ifade özgürlüğünün bel kemiğidir. Aykırı görüşlerin tartışma imkanı bulduğu, aykırı insanların toplum yapısını sorgulayıcı projeler üretebildikleri, düşünce özgürlüğünün en korunaklı olması gereken kurumlardır. İfade özgürlüğünün olduğu, akıl ile idare edilen, baskısız, sansürsüz bir eğitime sahip olmak bize dünyayı daha geniş bir çerçeveden görmeyi, yenilikçi ve ilerici olmayı sağlayan yegane temeldir. Eğitim kurumlarının bu konumunu engelleyecek, sınırlandıracak ve hatta tartışmaya açacak olan türden hiç bir hareket kabul edilemez. Bu eylemler doğrudan demokrasiye ve üniversitelerin bağımsızlığına karşı yapılmıştır.
Demokratik yaşam, düşünce özgürlüğü ve birlikte yaşama kültürü ancak ve ancak bizden olmayanlara, bizden farklı olanlara da sahip çıktığımızda var olabilecek kavramlardır. Bizler bugün; sadece kurumlarına ve yüzlerce öğrenciye yıllardır emek vermiş akademisyenlerin kariyerlerini ve kişilik haklarını hiçe sayan değil; ‘bilgiye özgürlük’ ilkesiyle kurulmuş bir üniversitenin temel prensiplerini de ihlal eden bir yönetim anlayışıyla karşı karşıyayız.
Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda Türkiye’deki basını taraflı ve kışkırtıcı yayınlarını durdurmaya ve olayı her yönüyle ele almaya; üniversite yönetimini bu yanlışı telafi ederek üniversitelerin bağımsızlığı ve düşünce özgürlüğü adına, mezun ve kayıtlı bütün öğrencileri ile eski çalışanlarının yanı sıra halihazırdaki mensuplarını mağdur eden hareketlerine son vermeye davet ediyoruz.
Çağrımıza öğrencilerin, akademisyenlerin, hukukçuların ve bütün sansür karşıtlarının katılımını bekliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SESSİZ KALMA.