4 Aralık 2010 Cumartesi

ÖNCE BUNLARIN HESABINI VERİN

Başbakan Erdoğan’ın belgeler konusundaki ilk sözleri “önce eteklerindeki taşları döksünler, sonra bunların ciddiye alınıp alınmayacaklarına bakarız” yolundaydı. Üzerinden çok zaman geçmeden ve henüz etekteki taşların binde biri ortaya dökülmeden, Başbakanın adeta bir hezeyan halinde muhalefete ve medyaya ağır ithamlarla saldırması manidardır. Başbakan belgelerin kendisi ve partisi için yarattığı ve belgeler açıklandıkça yaratmaya devam edeceği riskleri farkettiği için olacak, bir ön alma çabası içine girmiş gözükmektedir. Belgelerin kullanımını caydıracak bir edayla itham ve tehditlere başvurarak, belgelerden ziyade bunları gündeme getiren/getirecek olanlara (medyaya, muhalefete) peşinen üst perdeden bir savaş açmayı, ifade özgürlüğüne ve bilgi edinme hakkına ağır bir saldırıyı tercih etmiştir.
“En iyi savunma saldırıdır ve hedef şaşırtmadır
Peki bunlar gerçeklerin ortaya çıkmasına engel olacak mı? Medyanın kendini sansürlemeye yönelmesi, AKP ve Başbakan lehine olan belgeleri öne çıkarmaya hatta hedef şaşırtmaya destek vermesi, Başbakanın istediği dikensiz gül bahçesini yarabilecek mi? Başbakanın iddialarla ilgili Ergenekon tehdidinin, ABD büyükelçileri ve Wikileaks patronundan ziyade yerli medya mensuplarını hedef alması, gerçekleri perdeyebilecek mi?
Başbakanın, muhalefeti ve medyayı yakışıksız sıfatlarla karalamaya girişirken seviyeden söz etmesi de ilginçtir. CHP Başbakanla benzer bir üslup üzerinden “seviye eşitleme” çabası içinde olmayacaktır. Başbakanın öfkesi, aynı zamanda, demokrasiyi içine sindirememenin yeni bir dışa vurumudur.
Başbakan, kendisini çok rahatsız ettiği anlaşılan bu belgeler konusunda, emrindeki medyayı da kullanarak bir üste çıkma arayışı içindedir. Yeni bir mağduriyet yaratma peşine düşmüştür. Ama bu ucuzundan kahramanlık edaları gerçekleri değiştiremez.
Başbakan, hakkını yargı yolundan arayabileceğini ima etmiştir; kendisini bu yönde teşvik etmek isteriz. Ama Başbakan yargının çift taraflı kesen bir kılıç olduğunu da unutmamalıdır. Başbakanın, kendisi ve AKP ile ilgili yolsuzluk iddiaları konusunda, Cumhuriyet Savcılarını da göreve çağırmasını bekliyoruz. İsviçre’deki hesaplara ilişkin iddialar konusunda, tıpkı Sn. Deniz Baykal’ın hakkındaki mesnetsiz iddialar konusunda yaptığı gibi, Adalet Bakanlığını harekete geçirerek İsviçre bankalarından bilgi talep etmesini bekliyoruz. Tüpraş vb. yolsuzluk iddiaları konusunda TBMM’de gündeme getirilebilecek araştırma komisyonu kurulması önerilerinin önünü açmasını diliyoruz.
Başbakan şunu anlamalıdır: Muhalefetin birinci görev ve sorumluluğu iktidarın denetlenmesidir. Kamu kaynaklarının ve varlıklarının kamu çıkarı yani halkın çıkarı doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını denetlemektir. Bu bakımdan, yazışma belgelerinde ortaya atılan şaibeli özelleştirme iddialarının açıklığa kavuşturulmasını bekliyoruz. Örneğin “04 A 348” numaralı ve 20.01.2004 tarihli belgede bahsedilen Tüpraş özelleştirilmesinde yolsuzluk yapıldığına dair iddia derhal soruşturulmalıdır. Bilindiği gibi Tüpraş’ın yüzde 65,6’lık hissesi, ilk özelleştirme girişiminde adresi bir posta kutusundan ibaret olan bir Rus firmasına –CHP’nin şiddetli tepkilerine rağmen- 1,3 milyar dolara satılmak istenmiş, Petrol-İş Sendikasının başvurusu üzerine son anda Danıştay kararıyla satış durdurulmuştu. Daha sonra bu şirketin yüzde 51’lik payı 4 milyar dolarlık bir fiyatla özelleştirilmişti. Biz bunun hesabını Wikileaks belgelerinden önce sormuştuk, şimdi tekrar soruyoruz. Kaldı ki, Wikileaks belgelerini aşan şaibelerin de aydınlatılmasını istiyoruz. AKP iktidarı TÜPRAŞ’ın Mart 2005’teki %14,76’lık hissesinin borsa rayiç değerlerinin dahi altında bir fiyatla Ofer’e satışındaki şaibenin altından kalkamamıştır. SPK tebliğlerine aykırı bir biçimde Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca halka duyurulmadan yapılan ve yarım günde tamamlanan bu sözde “halka arz” işlemi, Danıştay’dan dönmüş olmasına rağmen, hisselerin el değiştirmesi sağlanarak bir oldu bitti gerçekleştirilmişti. Biz, halkın sözcüsü olarak, şimdi bu karanlık sayfaların yeniden açılmasını istemeyecek miyiz?
İran’daki ihalelere kadar uzandığı söylenen nüfuz ticaretinin aydınlatılmasını istemeyecek miyiz? Biz bunları talep etmezsek, toplumun bize yüklediği denetim görevini yerine getiremeyiz. Başbakanın hedef şaşırtma ve mağdur yaratma yöntemlerini boşa çıkartmak da bizim görevimizdir. Başbakan demokrasiyi sadece kendisine çalışan bir nalıncı keserine döndürmeye çalışıyor; bunun adının diktatörlük olacağını toplumla paylaşmak bizim asli sorumluluğumuzdur.
Oğuz Oyan
” yönteminin uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Şimdi hedefe İsrail’i koyarak buradan da bir hedef şaşırtma ve kamuoyunu lehe çevirme kampanyası başlatılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SESSİZ KALMA.