15 Aralık 2010 Çarşamba

Türbanlı Halise 'zulüm gördüm' dedi ama...


Halise Özdemir yurtdışında doktora eğitimini sürdüren bir ODTÜ mezunu. ODTÜ'de bugünkü saldırıların yaşanmasından birkaç gün önce İHA, Halise'nin türbanı nedeniyle ODTÜ'de zulüm görmüş bir öğrenci olduğunu yazdı. Ama sınıf arkadaşları Halise'yi başka türlü hatırlıyor.
İhlas Haber Ajansı’nın www.ihlassondakika.com (http://www.ihlassondakika.com/haberdetay.php?id=336483) isimli internet haber sitesinde, 13 Aralık 2010 tarihli bir haberde Halise Özdemir’in türbanından ve inancından ötürü lisede ve üniversite eğitimi aldığı ODTÜ’de baskı ve ayrımcılık gördüğü iddiasına yer verildi. AKP’nin üniversitelerdeki ilerici öğrenci ve öğretim üyelerine yönelik baskılarını ve saldırılarını arttırdığı son dönemde yandaş basın kuruluşu İHA’nın bu tür haberler yapması dikkat çekici.
Özdemir ile ODTÜ’de aynı yıllarda ve aynı sınıfta öğrenci olmuş Sibel Kibar’ın IHA’nın haberine ve Özdemir’in anlattıklarına dair yazdıkları kendi deyimiyle düzenin bütün kurumlarıyla beslediği dinci gericiliğin bugünkü tavrını anlatmak açısından önemli.


Sibel Kibar’ın yaptığı açıklamayı yayınlıyoruz:

Geçmişi yeniden yazarken…
Herkes zaman zaman küçük değişikliklerle kendi geçmişini, kendisini haklı çıkaracak şekilde yeniden yazabilir, yeni çevresine kendisini ve geçmişini olduğundan farklı aktarabilir. Bu durum bir dereceye kadar bir tür savunma mekanizması olarak kabul edilebilir; ama yeniden yazmaların boyutu ve şiddeti artıkça, o kişinin psikiyatrik bir yardım alması gerekir. Bugün geçmişi yeniden yazma tüm toplumun önünde gerçekleşiyor ve ne yazık ki psikiyatrinin değil, siyasetin konusu ve hepimizi ilgilendiriyor.
Tanıklık ettiğimiz son birkaç yıl içerisinde maalesef, ülkemizin, cumhuriyetimizin tarihi yeniden ve yeniden yazıldı. 20-30 sene öncesinin azılı katilleri, sağcıları bugünün liberalleri, demokratları oldular ve geçmişlerini bir mağduriyet tarihi olarak pazarladılar. Din, inanç, ibadet toplumumuzda birer tabuymuş gibi sunuldu. Kimliklerimizde bile bize hiç sorulmadan “dini: İslam” yazmıyormuş gibi, bir grup din taciri kendilerinin müslüman olduklarını söylemeye bile korktukları bir geçmiş tasvir ettiler. İşin trajikomik tarafı, o geçmişi hepimiz bir arada yaşamıştık ve buna rağmen bazılarımız, kendi yaşadıklarına değil de, o yeniden yazılana inandılar.
Bu ülkede ilk ve orta öğrenimi devlet okullarında sürdürmüş kaç kişi vardır hiç Kuran kursuna gitmemiş? Gitmeyenlere hemen alevi damgası yapıştırmamış mıydık? Kuran kursuna giderken, başımızı örtmek zorunda değil miydik? Bazılarımız okula başlamadan önce cami ile tanışmamış mıydı? O zaman beş yaşında var mıydık? Adet gördüğümüzde, kirlendiğimiz gerekçesiyle o camiye alınmayan da bizlerdik değil mi? “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinde hiç din kültürü ve ahlak bilgisi gören oldu mu? Hangimiz bu dersten geçebilmek için Ayet’el Kürsi’yi ezberlemedi? Ahlakın dinsel bağlamı dışında bir anlamı olduğunu, sahi, kaç yaşımızda öğrendik? (Ben sanırım bu konuda biraz şanslıydım, lisede din dersi gibi, felsefe dersi de zorunluydu. Evet, galiba o zaman ahlak ile dini ayırabilmiştim. Şimdi gençlerin işi çok daha zor çünkü artık yeni müfredatla birlikte felsefe dersi adı altında da din dersi yapılıyor.)
Gelelim bana bu yazıyı yazdıran nedene: ODTÜ Felsefe Bölümü’nde aynı sınıfta dört sene okuduğum bir arkadaşımın bir röportajına rastladım. Türbanını çıkartmak zorunda kaldığı lise yıllarından başlıyor anlatmaya, ODTÜ’ye geldiğinde inançları yüzünden aşağılandığına, dışlandığına ve şu an yaşadığı ABD’den Türkiye’ye dönmeye korktuğuna kadar gerçek dışı hikayesini. Görür görmez yazıyı, bazı hocalarım ve arkadaşlarımla paylaştım. Herkesin ilk tepkisi “delirmiş galiba” yönünde oldu. Hatta bir dönem en yakın arkadaşı olmuş bir arkadaşımız bile lisede türban taktığını tahmin bile edemediğini ve kimi davranışlarının onun bu yönünü hiç de doğrular nitelikte olmadığını söyledi. Ortada iki ihtimal var: Birincisi, ya söz konusu arkadaşımız sekiz yılını ikili bir hayat sürerek geçirdi ve bize bunu hiç sezdirmedi ya da kendisini bizim onu hatırladığımızdan çok farklı hatırlıyor. Her iki ihtimal de yazının başında dediğim gibi psikiyatrinin konusu. Ancak bu geçmişi farklı hatırlayanlar, yani günümüz paradigmasını belirleyenler, bizim tarihimizi bizim kavramlarımızla yazmaya giriştikleri için, kendileri bu yazının da konusu.
Benim tercihim ikinci ihtimalden yana, yani lisede ve ODTÜ’de baskı gördüğünü söyleyen arkadaşımız tüm kamuoyu önünde düpedüz yalan söylüyor. Türbanını eğitimine devam edebilmek için çıkarttığını söyleyen arkadaşımız ODTÜ’ye girdiği yıllarda ODTÜ’de türban serbestti. ODTÜ’deki mescitler ve cami ben bildim bileli var ve on dakikalık teneffüslerde bile kullanılıyorlar. Kantinleri, binaları özel güvenlik birimleri ve jandarma sık sık kolaçan ederdi; mescitlerin kontrol edildiğini ise hiç görmedim. Yani dincilere mescitlerde toplantı yapmak serbestken, solcu öğrenciler çoğu zaman jandarma nezaretinde toplantılarını sürdürürlerdi. ODTÜ’de stant açan solcu öğrencilere soruşturmalar gelirken, onların açtıkları standa bir tane bile gelmiş miydi acaba? “Yediği kaba pislemek” deyimi, düzenin bütün kurumlarıyla beslediği dinci gericiliğin bugünkü tavrını anlatmak için en güzel ifade değil mi?
İki ayrıntıdan daha bahsetmeden edemeyeceğim, babasının ilahiyatçı olduğunu ve bu sayede ABD’de doktoraya gideceğini biliyorduk. Bunu kendisi bizlere o zaman söylerken hiç çekinmemişti. Onun doktoraya gidecek olması bizi onun adına sevindirmişti. Babasının mesleği şu an onu neden utandırıyor anlamak mümkün değil. Diğer anlamadığım şey ise, Türkiye’de türban takmaktan çekindiğini ama ABD’de bir üniversitenin açılışında Kuran okuyabildiğini söylüyor. Ama ABD’ye gittiğinde ilk zamanlar da neden türban takmadığını açıklamamış. Yoksa orada da mı öğretmenlerinden çekiniyordu? Belki de sonradan ”tak türbanı, al maaşı” modasına ayak uydurmak istemiştir…
Bilemeyiz… Bildiğim, kavramlarımıza, tarihimize ve gerçekliğe sahip çıkmamız gerektiği.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SESSİZ KALMA.