İşte o Akdoğan bugünkü köşesinde isim vermeden Başbakan Erdoğan’ın Ahmet Altan’a dava açmasının nedenini anlatıyor.
Yorum yapmadan yayınlıyoruz...
İşte “Kendi hakkını koruyamayan, milletin hakkını hiç koruyamaz” başlıklı o yazı:
“Hakarete maruz kalan bir insan ne yapar? Ya yutkunur ve sineye çeker ya da karşılık verir. Karşılık ise nasıl olur? Hakarete uğrayan kişi ayniyle mukabele eder veya dava açar. Nezaket sahibi insan kavga etmek veya aynıyla karşılık vermek yerine hukuka baş vurur. Hakaretler karşısında tepkisiz kalan insanların karakteri bozulmaya, silikleşmeye başlar.
Eğer konu başbakansa ve olay eleştiriyi aşarak hakarete dönüştüyse, hakarete hakaretle karşılık vermesi pek makbul olmayacağından tek yol dava açmaktır. Bir başbakan ya hakaretleri sineye çekecektir ya da dava açacaktır. Her türlü hakareti sineye çeken bir siyasi lider, kendi karizmasını da, temsil ettiği kitlenin haklarını da koruyamaz. Kendi hakkını korumayan bir siyasi lider, halkın hakkını nasıl korur?
Dümen suyunu gitmeye alışan, hakaretleri duymazdan gelen liderler genelde aciz olan, yaptırım gücü bulunmayan liderlerdir. Asker posta koyar, üstüne almaz; yargı laf atar duymaz; medya çamur atar, ilgilenmez. Bu tür liderleri Türkiye çok gördü. Bu liderlerin kişiliğinde Türk demokrasisi de örselendi, ezik kaldı, gelişmedi. Liderler ne zaman ki saldırıya, hakarete, tacize ses çıkarmaya, tepki göstermeye, haddini ve sınırını bildirmeye başladı, o zaman demokrasi de, halk da kendine gelmeye başladı. İşte son dönemde yaşanan demokratikleşmenin önemli bir boyutu vesayet altına girmeyen, saldırılara eyvallah etmeyen, hakaretlere pabuç bırakmayan lider tipolojisinin gelişmesidir. Bunun tezahürü Başbakan Erdoğan'la olmuştur. Erdoğan sadece mütekebbir Peres'e, haddini aşan veya büyüklük taslayan devlet başkanlarına gerektiğinde 'one minute' dememiş, aynı zamanda bürokratik oligarşiye de, çetelere de, kendisini vesayet altına almak isteyen güç odaklarına da karşı dik duruş sergilemiştir. Eğer Erdoğan yutsaydı, yutkunsaydı, görmezden duymazdan gelseydi, bugünkü karizmasına ve gücüne ulaşamazdı. Haliyle Türk demokrasisi de ayakları üzerinde doğrulmaya başlamazdı.
İşte böyle bir lidere yönelen 'tahammülsüz, hoşgörüsüz' şeklindeki eleştiriler kanaatimce büyük haksızlık içeriyor. Özellikle Dolmabahçe toplantılarına katılanlar iyi bilirler; Erdoğan en aykırı, en ters, en tahrik edici eleştirileri bile olgunlukla ve sabırla dinlemekte, anlamaya çalışmaktadır. Erdoğan'ın dinleme kapasitesi ve eleştirilere yönelik olgunluğu yerilecek değil, övülecek bir özelliğidir. İleri demokrasilerde siyasilerin eleştirilere davayla karşılık vermesi hoş görülmeyebilir, ancak en ileri demokrasi de bile hakarete karşı hukuka başvurmak siyasetçilerin en temel hakkıdır.
Hakaret illa küfür etmekle yapılmaz. Küfrü sinirine hakim olamayanlar eder. Entelektüeller ise daha rafine şekilde, süslü cümlelerle bu işi yaparlar. Neticede hakaret, hakarettir.
Liderlerini kum torbasına çevirmek isteyen ülkeler ne demokrasiye ulaşabilirler, ne de özgürlüklerin zirvesine çıkarlar. Hele o ülkede özgürlük mücadelesi önemli ölçüde bir siyasi lider üzerinden yürüyorsa bu daha imkansız hale gelir.
Bir siyasetçinin kendisine hakaret eden kişilere karşı siyasal gücünü öne çıkarmaması, tam aksine hukuka başvurması hem olması gerekendir, hem de büyük bir erdemdir. Güç yerine hukuk...
Erdoğan'ın dava açması, karşıdakini imha etmeye, ezmeye, yok etmeye yönelik bir girişim değil, maruz kaldığı saldırılara karşı bulabildiği masum bir sığınaktır. Nitekim bugüne kadar bir çok dava açmış, belki bir kısmını da kaybetmiştir, ama kaybettiği kişilere karşı dönüp öç alma arayışına girmemiştir.
Dava açmayı, bir baskı aracı olarak adlandırmak doğru değildir. Siyasetçilerimiz, sert eleştirilere tahammül edecek olgunluğa ulaşmıştır, ama aynı olgunluk siyasetçinin eleştirisine maruz kalan çevrelerde görülmemekte, en ufak bir eleştiri bile bir infial ve saldırganlığa dönüşmektedir.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
SESSİZ KALMA.