27 Ocak 2011 Perşembe

İLERİ DEMOKRATİK FAŞİZM

Faşizm’in ileri demokratiği olabilir mi? Başkent valisinin “Bu memlekete komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz” dediği ülkemizde faşizmin ileri demokratiği bal gibi olur.

Sol söylemden ölesiye korkan ama yerli yersiz “faşist” yaftalamasına başvuranlar için faşizm nedir bir bakalım. Bakacağımız yer de “Yetmez Ama Evet”çilerin dergâhı Birikim Dergisi olsun. Malumunuz bunu en iyi onlar bilir, onlar anlatabilirler. 2008’de Ahmet Civanoğlu tarafından kaleme alınan “Her Dönemde Yakın Tehlike: Faşizm” makalesi incelenmeye değer bir örnek:

“Faşizmi kurumsal açıdan ele alan açıklamalarda, güçler ayrımına son verilerek yasama ve yürütme erklerinin yürütme lehine bütünleştirilmesi, devlet aygıtının genişlemesi ve toplumun korporasyonlar temelinde kontrol altına alınması türünden olgulara ağırlık verildiği gözlenmektedir. (1) Ekonomi-politik merkezli tanımlamalarda, faşizmin, kapitalist sömürü koşullarında oluşan sınıfsal gerginliği tekelci sermayenin çıkarları lehine manipüle etme özelliğine vurgu yapılmaktadır. (2) Hukuksal ve felsefi açıdan ele alındığında ise özel mülkiyeti temel almakla birlikte liberalizmin ferdiyetçiliğinin reddi ve ferdin devlet içerisinde eritilmesi, kişisel özgürlüklerin yerine devletin katı düzenlemesi altında toplumsal görevlere adanmışlığın getirilmesi türünden özelliklerini öne çıkaran tanımlamalara rastlanmaktadır. (3)”


1. Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun seçim sistematiğinin değiştirilmesi, bahse konu erklerin yürütme lehine bütünleştirilmesidir. Burada anılan korporasyonların, cemaat/tarikat, iktidara yakın sivil toplum örgütleri, sendikalar ve yandaş basın ile benzerlik taşıdığını sanıyorum görebiliyoruz.
2. 12 Eylül Referandumu ile yasalaşan idare kararlarının yerindelik denetiminden muaflaştırılmasının tekelci sermayeye yaramadığını kim söyleyebilir ki? Toplu sözleşme takiyesi ile bezenen “bir işkolunda birden fazla sendika” hikayesi kime yarar peki? 4/C, Tekel ve Erdemir işçilerinin durumunu bilmeyen yoktur sanıyorum.
3. Bu cümledeki “devlet” tanımını devleti karabasan gibi saran “cemaat” olarak okursanız, bireyin reddedilip cemaat ilişkisindeki mürit kavramının tüm bürokrasiye yerleştiğini görmemek için siyaseten kör olmak gerekiyor.

Devam edelim…

“…Faşizm, kapitalist eşitsiz gelişme ve derin sömürü koşullarında meydana gelen ekonomik ve sosyal çöküntü dönemlerinde, bu çöküntüden büyük zarar gören küçük burjuva ve orta sınıfta oluşan huzursuzluk ve dinamizmin işçi sınıfıyla işbirliği içerisinde siyasi harekete dönüşmesini engellemek amacıyla tekelci sermaye gölgesinde katı devlet denetimine ve güdümüne dayanan bir kontrol mekanizması olarak tanımlanabilir. (1) Bu mekanizma, toplumsal yapıyı devlet kontrolüne alabilmek için, o toplumun özgül niteliklerine göre, kişisel ve toplumsal özgürlükleri kısıtlama; devleti, lideri veya ülküleri kutsallaştırarak, fertleri bu kutsallara yönelik ödevlerle baskılama; koyu milliyetçilik, etnik-mezhepsel ayrımcılık, tektipleştirme ve törensellik gibi farklı farklı araçları içerebilmektedir. (2) Ancak toplumsal kontrolün temel ve yönlendirici unsuru, işçi ve işveren sendikalarından, çeşitli meslek örgütlerinden temsilcilerin ve yüksek devlet memurlarının iştirakiyle oluşturulmuş ve böylece devlet güdümüne alınmış üst yapısal ekonomik kurumlar (korporasyonlar) dır. (3)”

1. Eşitsiz gelişmeye örnek olarak doğu, güneydoğu ile AKP’nin yeni gözdeleri Kayseri vb. verilebilir. Derin sömürü koşulları için 4/C’yi ve esnek çalışma adı altında taşeronlaştırmayı tekrar hatırlatmak yararlı olacaktır. Ekonomik ve sosyal çöküntü dönemleri derken, kadın cinayetlerinin 14 katına çıktığı, son 8 yılda toplam kayıtlı suçun 2 kattan fazla artması mı denmek isteniyor?
2. Özgürlüklerin kısıtlanması için basın özgürlüğünde Uganda’dan geri bir noktada olmamız, hukuk dışı dinlemelerin ayyuka çıkması, Ergenekon ve KCK davalarındaki toptancı tutuklamalar yeter de artar sanıyorum. Kutsallaştırma denince AKP Aydın eski İl Başkanı İsmail Eser’in Erdoğan için “İkinci peygamberimizdir” demesi aklıma geliyor.
3. Kamu-Sen, MÜSİAD, Demokrat Yargı vb.,bu kontrol mekanizmasının sivil ayağını, YÖK, AYM, HSYK da bürokratik ayağını oluşturuyor dersek yanılır mıyız? Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in “bir yalan ne kadar çok büyükse inananı o kadar çok olur” şeklinde özetlenebilecek Büyük Yalan tekniğini toplumu yönlendirmek için etkin olarak kullandıklarını gözlemek çok mu zor?

Faşizm kısmına ikna olmayan yoktur sanıyorum. Hala ikna olmayan varsa, 5 Aralık’ta Erdoğan’ı protesto etmek için Ankara’dan İstanbul’a giden öğrencilerin kente girmesine bile izin verilmemesine ya da “Hamileyim, vurmayın” diye bağırmasına rağmen karnına yediği polis tekmeleri sonucu çocuğunu kaybeden öğrenciye tekrar baksın. Hele hele Hüseyin Çelik’in protesto gösterisi yapanları “kadrolu öğrenciler” olarak nitelemesi siyasi iradenin zihniyetini yansıtması açısından önemlidir.

Özetle, Birinci 12 Eylül ile kurumsallaştırılan Türk – İslam Sentezi, İkinci 12 Eylül ile “İleri Demokratik Faşizm”e evrilmiştir. "Faşizm" %42’ye, "İleri Demokrasi" de %58’e nasip olmuştur.

Onat ÇETİN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

SESSİZ KALMA.